fbpx

SAVAŞIN GÖLGESİNDE SURİYE: ADALET ARAYIŞI VE UMUDUN DİRENİŞİ

azez 19 Mart 2025

 Suriye’de yıllardır devam eden savaş, milyonlarca insanın hayatını kökünden değiştirdi. Yıkıntılar, göçler ve acılar içinde kaybolan bu halk için umut hâlâ var mı? HASENE Suriye Koordinasyon Merkezi ekibiyle birlikte Ramazan ayında Suriye’de bir hafta geçiren HASENE Başkanı Bekir Altaş, izlenimlerini, yapılan insani yardımları ve Suriye’nin geleceği hakkındaki görüşlerini bizlerle paylaştı.


“Bunları da Atlatacağız”

HASENE International e. V.

Kreissparkasse Köln
IBAN: DE80 3705 0299 0149 2890 54
BIC: COKSDE33XXX

 

İnsani yardım çalışmaları için Suriye’de bulundunuz. Gözlemleriniz nelerdi?

 Suriye bizim için sadece insani yardım götürülen bir ülke değil, aynı zamanda insan hikâyelerinin en derin şekilde yaşandığı bir coğrafya. HASENE olarak uzun yıllardır burada faaliyet gösteriyoruz. Eğitim, sağlık ve temel insani yardımlar alanında birçok çalışmamız var. Ramazan ayında sahadaki durumu bizzat görmek, insanların yanında olduğumuzu hissettirmek ve onların sesi olmak için bu ziyareti gerçekleştirdik.

 

Suriye’deki ilk durağınız ülkenin kuzeyindeki Halep ve Halep’in kırsalındaki Azez, Cinderez, Afrin oldu. Bu bölgelerde sizi en çok etkileyen neydi?

 Kuzeyde, savaşın ve depremin iç içe geçtiği bir tabloyla karşılaştık. Sadece savaşın değil, doğanın da yıktığı evler, çadırlarda yaşamaya mahkûm edilmiş aileler vardı. “Önce bombalardan kaçtık, sonra depremden. Daha ne kadar kaçacağız?” diye soran bir babanın çaresizliği her şeyi anlatıyordu. İnsanlar, tekrar tekrar yıkılmış hayatlarını yeniden kurmaya çalışıyor. Bu bölgelerde insani yardımlar hayati önem taşıyor. HASENE olarak buradaki okullar ve rehabilitasyon merkezleri aracılığıyla çocuklara eğitim ve psikolojik destek sağlıyoruz.

 Halep’in merkezi ise, tarihin, kültürün ve ticaretin kalbi olan bir şehir. Ancak bugün yıkıntılar içinde hayata tutunmaya çalışan insanlarla dolu. Cuma namazı çıkışında halkla konuşma fırsatımız oldu. En çok dikkatimi çeken şey, insanların hâlâ umutlu olmasıydı. “Bunları da atlatacağız” diyorlardı. Yıkıntılar arasında bile bir direnç var. Bu halleriyle, tevekkülü adeta yaşam biçimi haline getirmiş bu insanlar, bize hayata dair derin bir ders veriyorlar.

Peki ya İdlib? Orada nasıl bir manzara ile karşılaştınız?

 İdlib’de kamplarda yaşayanlar, en çok unutulmaktan korkuyor. “Dünya bizi hatırlıyor mu?” diye soran gençlerin gözlerinde büyük bir çaresizlik var. Çadır kentlerden ve briket evlerden oluşan kamplarda eğitim ve sağlık hizmetleri kısıtlı. İnsanların geleceğe dair umutlarını koruyabilmeleri için burada daha fazla destek sağlanması gerekiyor.

Yermuk: Yeniden Doğuşun Sembolü

Başkent Şam’da savaşın etkilerini nasıl gözlemlediniz? Şehirde günlük hayat ne durumda?

 Şam’da hayat devam ediyor gibi görünse de insanların yüzlerinde derin bir yorgunluk var. Sürekli tetikte olduklarını hissediyorsunuz. Gökyüzüne göz ucuyla bakan insanlar, aniden gelen saldırılara karşı refleks geliştirmiş. Savaşın bittiği söyleniyor ama psikolojik etkileri hâlâ çok taze.

Ve bir şey daha fark ettim. Gittiğimiz her yerde Türkçe konuşan insanlarla karşılaştık. Hatta Şam sokaklarında, anadili Arapça olmasına rağmen Türkçeyi daha iyi konuşan çocuklarla bile tanıştım. Çocuklarının eğitimini yarıda kesip Suriye’ye dönen aileler bile vardı. Mülteci olmaktan yorulmuş, vatanlarına geri dönmüş ama burada da yeniden var olma mücadelesi veren insanlar… Rabbim onların yolunu açık eylesin.

Şam’daki Yermük Kampı’nda durum nasıl?

 Yermuk, bir zamanlar Filistinli mültecilerin yaşadığı ve büyük bir dayanışmanın olduğu bir mahalleydi. Ama bugün tamamen yıkılmış, harabe halinde. Yeni yeni dönen kamp sakinleri, enkazlar arasında evlerini tamir etmeye çalışıyor. Oradaki muhatabımız, “Önce Filistin’den sürüldük, burada yeni bir vatan kurduk. Ama sonra Yermuk de elimizden alındı. Annem buradan ayrıldıktan bir yıl sonra bu acıyla vefat etti. Artık ikinci kez vatanımızı kaybettik” dedi. Bu sözler, savaşın insanlara yaşattığı derin travmayı anlatmaya yetiyor.

Yermuk’un yeniden inşası elbette zaman alacak. Ancak buraya geri dönüşlerin sağlanması, sadece fiziksel bir restorasyon değil, aynı zamanda onurlu bir yaşamın yeniden tesisi açısından da kritik bir adım. Yermuk, yalnızca bir mahalle değil; savaşın ve aidiyetin simgesi haline gelmiş bir yer. Burada yaşayan insanlar, yıllardır süren göç ve yıkımın ardından bir kez daha kök salmak istiyor. Mahalleye geri dönenlerin gözlerinde sadece acıyı değil, aynı zamanda derin bir tevekkül ve mücadele azmini de görüyorsunuz. Buradaki insanlar, sadece geçmişlerine değil, geleceklerine de sahip çıkmaya çalışıyor. Eğer uluslararası toplum bu sürece destek verirse, Yermuk sadece bir enkaz yığını olmaktan çıkmakla kalmayacak, yeniden doğuşun sembolü haline gelebilir.

Yeni Anayasa, Hukukun Tesisi ve Geleceğe Dair Umutlar

Suriye’nin geleceği sizce nasıl şekillenecek? Yeni anayasa süreci, hukukun tesisini mümkün kılar mı sizce?

 Suriye’nin geleceği, sadece fiziksel olarak yıkılan şehirlerin yeniden inşasıyla değil, toplumsal barışın ve hukukun yeniden tesisiyle mümkün olacak. Bugün burada en büyük yıkım binalarda değil, insanların birbirlerine olan güveninde yaşanmış durumda. Savaşın yarattığı travmalar, yıllarca süren baskıcı rejimin ardından oluşan kırılgan toplumsal yapı, hukukun ve adaletin yeniden sağlanmasını zorunlu kılıyor.

Yeni anayasa süreci, Suriye’nin geleceğini şekillendirecek en kritik aşamalardan biri. Eğer bu süreç, tüm toplumsal kesimlerin sesinin duyulduğu, adil ve kapsayıcı bir şekilde yürütülmezse, yeni çatışmalara zemin hazırlama riski taşıyabilir ve toplumsal barışın sağlanması mümkün olmayabilir. Bu nedenle, hukuk ve adalet mekanizmalarının tarafsız, şeffaf ve bağımsız bir şekilde işlemesi büyük önem taşıyor. Ancak bu şekilde, Suriye halkının güveni kazanılabilir ve kalıcı bir barış ortamı inşa edilebilir.

Kalıcı barış için en büyük engeller neler?

 Savaş suçları, katliamlar ve ihanetler, insanlar arasındaki güveni derinden sarsmış durumda. Bir yandan adaletin sağlanması, suçluların hesap vermesi gerekiyor; diğer yandan da bir arada yaşamanın yolları bulunmalı. Bu noktada kanaat önderleri büyük bir rolü var. Kardeşini böyle bir katliam sırasında kaybeden bir kanaat önderinin, onu katleden kişiye merhamet göstermesi ve “Biz düşmanımıza benzememeliyiz” diyerek Aliya’nın sözlerini hatırlatması beni derinden etkiledi ve umutlandırdı. Eğer geçmişin acıları üzerine yeni bir nefret dalgası inşa edilirse, bu savaş asla bitmeyecek. Bu topraklarda, Efendimizin (sav) Mekke’nin fethinde gösterdiği örnekliği hatırlamak ve yeni bir farkındalık oluşturmak gerekiyor. Görüşmelerimde, insanların içleri ve yürekleri yansa da affetme sürecine girmeye ve barışı inşa etmeye hazır olduklarını hissettim.

 Belki de yapılması gereken en önemli şey, tartışma kültürünün yeniden kazandırılmasıdır. Bunca yıl birbiriyle savaşmış gruplar, bir anda şiddetsiz bir iletişim dilini nasıl benimseyecek? Bunun yolu eğitimdir. Bir okul ziyaretimizde, çocuklarla sohbet ederken bir sınıf başkanı seçmek istedik. “Kim aday olmak ister?” diye sorduğumuzda, sınıfın tamamı elini kaldırdı. Sonrasında seçim oy birliğiyle sonuçlandı. Umarım yetişkinler de bu çocukları örnek alır ve küçük hesapları geride bırakıp, barışa ve uzlaşıya odaklanırlar.

Suriye’de çatışmalar devam ediyor. Bir yanda Lazkiye’de sivil kayıplar yaşanırken, diğer yanda İsrail’in Şam’a yönelik saldırıları sürüyor. Sahadaki endişeleri nasıl gözlemlediniz?

 Sahada en çok karşılaştığımız duygulardan biri belirsizlik ve güvensizlikti. Suriye halkı, yıllardır süren savaşın ardından artık yeni bir döneme girmek, yeniden inşa sürecine odaklanmak istiyor. Ancak bölgedeki jeopolitik gerilimler, özellikle İsrail’in düzenlediği hava saldırıları ve bölgedeki nüfuz mücadelesi, insanların geleceğe dair umutlarını kırıyor.

 Şam’da konuştuğumuz insanlar, İsrail’in saldırılarının sadece askeri hedefleri değil, sivil yaşamı da doğrudan etkilediğini vurguluyor. Çünkü bu saldırılar sadece fiziksel bir yıkım değil, aynı zamanda psikolojik bir baskı oluşturuyor. İnsanlar sürekli bir savaş tehdidi altında yaşamak zorunda kalıyor. Aynı zamanda bölgesel güçlerin Suriye üzerindeki hesapları, halk arasında “Biz kendi kaderimizi ne zaman tayin edebileceğiz?” sorusunu gündeme getiriyor.

 Özellikle Yermuk’te görüştüğümüz kişiler, geçmişte defalarca yerinden edilmenin getirdiği travmanın üzerine, yeni tehditlerin eklenmesinden büyük endişe duyuyor. İsrail’in askeri varlığı, Yermuk’e uzak sayılmaz ve bu durum, bölge halkı üzerinde derin bir tedirginlik oluşturuyor. İnsanlar, savaşın yıkıcı etkilerini hâlâ üzerlerinden atamamışken, şimdi de yeni bir çatışma dalgasının ortasında kalmaktan korkuyor. Geçmişte hem Filistin’den hem de buradan sürgün edilen Yermuk sakinleri, bir kez daha belirsizlik içinde yaşamaktan yorulmuş durumda. Bu belirsizlik, onların hem fiziksel hem de psikolojik olarak yeniden ayağa kalkmalarını zorlaştırıyor diye düşünüyorum.

 Genel olarak halkın ortak isteği, artık Suriye’nin bir savaş sahası olmaktan çıkması, dış müdahalelerin sona ermesi ve ülkenin kendi içinde istikrara kavuşması. Ancak mevcut siyasi ve askeri dengeler düşünüldüğünde, bu kolay bir süreç olmayacak gibi görünüyor.

Suriye’nin artık büyük bir diasporası var. Sizce bu diaspora, ülkenin yeniden inşası ve toplumsal barış sürecine nasıl katkı sağlayabilir?

Suriye diasporasının ülkenin kalkınmasında ve barış sürecinde oynayacağı rol hiç şüphesiz büyük olacak. Türkiye’de ve Avrupa’da yaşayan Suriyeliler, artık bulundukları ülkelerin asli unsurları haline gelirken, aynı zamanda ülkeleri için de önemli bir bilgi, sermaye ve tecrübe kaynağı oluşturuyorlar. İş dünyasında, akademide, sivil toplumda ve siyasette aktif hale gelen diaspora mensupları, Suriye’nin yeniden inşa sürecine doğrudan katkı sunabilir.

Bu potansiyelin etkin bir şekilde değerlendirilmesi için, diasporadaki Suriyeliler ile ülke içindeki topluluklar arasındaki bağların güçlendirilmesi gerekiyor. Beyin göçünü tersine çevirecek teşvikler sağlanmalı, diaspora üyelerinin ülkedeki yatırımlara ve eğitim projelerine katılımı teşvik edilmeli. Ayrıca, diaspora mensuplarına siyasi ve ekonomik süreçlerde yer verilmesi büyük önem taşıyor. Çünkü bu insanların bilgi birikimi ve uluslararası bağlantıları, Suriye’nin küresel arenada yeniden konumlanmasına da yardımcı olacaktır.

Kilis’te Birlik ve Dayanışma

Türkiye’de Suriyelilere yönelik derin bir tartışma ve arka planda yürüyen çalışmalar var. Buradaki çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

 En yoğun görüşmelerimizi Kilis’te gerçekleştirdik. Kilis, Türkiye’de Suriyelilerle en fazla iç içe geçmiş şehirlerden biri. Ramazan akşamları oldukça canlıydı. Sahura kadar süren etkinliklerde iki toplum bir araya geliyor, birlikte vakit geçiriyor. Sayın Vali ve İl Müftüsü’nün bu uyumu sağlamak için büyük bir çaba içinde olduğunu gözlemledim. İnsanların doğrudan başvurabildiği, sorunlarını anlatıp çözüm bulabildiği mekanizmalar oluşturulmuş. İki toplum arasındaki bu kardeşlik ruhu ve dayanışma, gerçekten çok kıymetli ve diğer illerde de örnek alınması gereken bir model oluşturuyor.

Kilis’te ziyaret ettiğim Suriye kökenli vatandaşların kurduğu derneklerin ve eğitim kurumlarının yöneticileri de çocukları ve gençleri topluma kazandırmak için büyük bir çaba içinde. Bu çabalar mutlaka sivil toplum tarafından da desteklenmeli. Özellikle etüt merkezleri kurulabilir, çocuklara anadil eğitiminin yanı sıra Türkçelerini geliştirmeleri ve okul derslerinde başarılı olmaları için ek dersler verilebilir.

Bu çocukların bir gün ülkelerine dönecekleri düşüncesiyle eğitime gereken önem verilmezse hem onların hem de içinde yaşadıkları toplumun geleceği riske girer. Oysa biz, kıyametin kopacağını bilsek bile elimizdeki fidanı dikmeyi öğütleyen bir medeniyetin mirasçılarıyız. Bu nedenle, yarının belirsizliklerine bakmadan, bugün elimizden gelenin en iyisini yapmalı, bu çocuklara hiç gitmeyeceklermiş gibi ilgi ve destek sunmalıyız.

Umudu Korumak Zorundayız

Son olarak ne söylemek istersiniz?

Her gittiğimiz yerde çok değerli çalışmalara tanık oldum. HASENE’nin okulları ve rehabilitasyon merkezleri, Diyanet Vakfı’nın eğitim kurumları ve yetimhaneleri, Yeryüzü Çocukları Derneği’nin psikososyal destek alanındaki özel projeleri ve UNRWA’nın okulları ile sağlık merkezleri, adeta çölün ortasında kurulmuş birer vaha gibiydi. Bu kurumlar, yıkımın ve zorlukların ortasında insanlara umut, eğitim, sağlık ve psikolojik destek sunarak, hayata tutunmalarına yardımcı oluyor. Buralarda çocukların yüzlerinin yeniden güldüğüne şahit oldum. Çocukların soru sorduğuna, durmadan konuştuklarını gördüm. Kamplarda gözlemlediğimiz donuk bakışlar buralarda yok. Çünkü okulu güvenli bir yer, öğretmenleri ise güven duyulan kişiler olarak görmeleri, bu yavrular için adeta tek tutunacak dal haline gelmiş. Bu çabalar, bölgedeki insani krizin hafifletilmesinde büyük bir rol oynuyor ve toplumların yeniden inşası için kritik bir öneme sahip.

Bir hafta boyunca gördüğüm manzara ne sadece acıdan ne de umuttan ibaretti. Yıkıntılar arasında çocuklar oynuyor, insanlar hayata tutunmaya çalışıyor, bazıları ise imkânsız görünen bir yeniden inşaya girişiyordu. Suriye’de savaşın ve felaketlerin izleri uzun yıllar silinmeyecek hiç şüphesiz, ama insanlar ayakta ve direnmeye devam ediyor.

Belki de en büyük zaferleri bu.